Yazar

Dr. Zuhal Baltaş - Dr. Acar Baltaş

Yayınevi

Remzi Kitapevi

Yayın Tarihi

1990-05-01

Kategori

Rehber


ISBN

9751400511

Dil

Türkçe

Sayfa Sayısı

287

Boyut

13.5 x 19.5 cm.

Açıklama

Yazarlar: Dr. Zuhal Baltaş, Dr. Acar Baltaş

Bu kitap Sandoz Ürünleri A.Ş. İlaç Bölümü’nün Türk Hekimlerine Armağanı’dır.

Remzi Kitapevi A.Ş., 1990 – 9. Basım

“Yakın duygusal ilişkiler kuramıyorsanız, hayattan zevk alamıyorsanız, üretken olamıyorsanız, işinizde başarılı değilseniz, bunların sebebi büyük ölçüde strestir. Sağlığınızla ilgili şikâyetleriniz varsa ve bu şikayetler 'tam bir hastalık' olarak teşhis edilemiyorsa, hastalanmayı beklemeyin. Bu kitapta stresle başa çıkabilmenin, stres altında da başarılı olabilmenin ve sağlığınızı koruyabilmenin yollarını bulacaksınız.”

“Stres” vazgeçilmez bir kitap. Eğer Moliere’in Tartufte’una benzemek istemiyorsanız, “stes”i tüm boyutlarıyla anlatan bu kitabı başından sonuna kadar dikkatle okuyun…” Erman Şener/Erkekçe

“Baltaş'ların çalışmaları kendimizi de içeren "insan"la ilgili bir yığın perdeyi kaldırıyor karşımızda.” Çetin Altan/Güneş

Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında en başta yer alan Erman Şener, annemin akrabası. Erman dayı, sinema tarihçimiz. Küçüklüğünde annem Güler Sarıali’nin çikolatalarının içinden çıkan artist resimlerinin peşinde imiş. O dönem çocuklarının en çok sevdiği oyunlardan biri kâğıtlı çikolataların içinden çıkan artist resimlerini biriktirmek ve sohbet etmek. Hele çocuk ünlüler çıkarsa çikolatadan, o kıyafetlerin dikilmesini ya da örülmesini isterlermiş annelerinden. Erman dayının annesi Nadi Kaymak teyze ile Bahriye anneannem Zeki Müren’i pek severlerdi. Konserlerini en önden izlerler sonra da anlatırlardı, mutlulukla. Pek zarif, olgun, aile kültürü almış, neşeli hanımlardı. I. Dünya Savaşı’nı yaşadıkları için de Cumhuriyetin nimetlerine şükrederlerdi.

“Türk sinemasının miladı 1952 yılıdır ve asıl sözü edilecek sinema çalışmaları o tarihten sonra başlamıştır. 1914 yılında bir belge filminin çekimiyle başlayan, 1939'a kadar adım başında yeni bir kötü alışkanlık edinerek kör-topal yaşamını sürdüren, 1939-50 arasında alışkanlıklarından arınıp (sinemaya benzer bir sinema) yapmaya yönelen Türk sinemasında 1950-60 dönemi “sinema dili” araştırmalarıyla geçmiş, özellikle 1955-60 döneminde çevrilen filmlerle bu sorun, önemli ölçüde halledilmiştir. Sinemamızda öz'e dair araştırmalar biçim sorunu çözümlendikten sonra ele alınmaya başlanmış, özellikle 1965 sonrasında sinema teorisi; açık oturumlardan savunulan dar kapsamlı fikirlerden, çeşitli yazılardaki değinme ölçüsünü aşmayan açıklamalardan çıkıp bilimsel temellere oturtulmaya çalışılmıştır.” Milliyet Sanat, sayı 64, 1974, “Türk Halk Sineması ile Ulusal Sinemadan Millî Sinemaya”, Erman Şener – Makale, (www.tsa.org.tr/yazi/yazidetay/236/turk-halk-sinemasi-ile-ulusal-sinemadan-milli-sinemaya), Rengigül e-kitabı s.409

Bilgi ve kültürünü yansıtan Erman dayı “Eğer Moliere’in Tartufte’una benzemek istemiyorsanız”a kısaca bir örnek vermek isterim arşivimden:

“Molière’in Le Tartuffe adlı eseri ilk görünüşte sahtekar, kötü niyetli ve dini şahsi amaçları uğruna kullanmak isteyen bir kişinin bu yolla menfaat elde etmek için yaptıklarını konu alır. Ona kalpten inanan asil Orgon, onu eve almakla huzur ve bereketin geleceğine, arzu ettiği düzenin kurulacağına inanmaktadır. Ancak Orgon’a karşı Tartuffe’ün iki yüzlü bir şarlatan olduğunu bilen bir başka grup var. Aralarında çatışma yaşanır. Sonunda Tartuffe eve yerleşir, Orgon’un servetini ele geçirmiş ve şimdi de karısına göz dikmiştir. Evin hizmetçisi Dorine’in marifetiyle Tartuffe’ün maskesi düşer ve gerçekleri Orgon kendi gözleriyle görür. Ancak oyun yalnızca bir sahtekarın maskesinin düşürülmesi kadar basit bir çizgide yürümüyor. Molière’in piyesle asıl yapmak istediği kilise ve onun din anlayışını Tartuffe karakteri üzerinden komedinin ima, ironi, traji-komik gibi unsurlarını kullanarak yermektir. Kahramanlar, karakterleri kadar eylemleriyle de ikili bir dünyanın temsilcileri olarak oyunda yer alırlar: dini merkeze alan bir anlayış ile sekülarizmden yana olanlar. Makalede, Tartuffe’e ve onun gibilere yöneltilen yergi, Molière’e yakışacak şekilde komik unsurlar üzerinden nasıl gerçekleştiğini göstermeye çalışacağız.”, “1664’te nazım biçiminde yazılan piyes Versailles sarayında oynandıktan sonra büyük gürültülere neden olur. Dini kötülediği gerekçesiyle büyük baskı altına giren Molière’i bu sefer kral XIV. Louis de koruyamaz. Ancak yazar mücadeleden yılmaz ve beş yıl sonra 1669’da XIV. Louis yasağı kaldırır. Krala yazdığı namede komedinin ödevinin insanları eğlendirirken kusurlarını düzeltmek olduğunu yazar ve kilisenin iddia ettiği gibi dine karşı bir saldırı yapmadığını anlatır. Yaptığı şeyin gerçek dindarlarla din istismarcılarını birbirinden ayırmak olduğunu belirten yazar, aslında yalnızca gerçeği tasvir etiğinin altını çizer.1 Gerçekte Molière’in yaptığı kendi döneminde toplumdaki yanlışlıkları, ikiyüzlülükleri ve komiklikleri vermek miydi yoksa ima, ironi ve komedinin diğer unsurlarını kullanarak döneminin dinsel anlayışını, kilise baskısını ve feodal sistemin yaklaşımını eleştirmek miydi? Bu soruların cevabını vermeden önce anlaşılması açısından piyesin kısa bir özetini vermekte fayda görüyoruz.”, Molière’in Tartuffe’ünde Satirik Öğeler, Abdulhalim Aydın, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi

https://www.sosyalarastirmalar.com/articles/satirical-elements-in-molires-tartuffe.pdf