Açıklama

DİBACE GÖNLÜME NELER YAZDIRIR?

"Dibace" mukaddeme, önsöz, başlangıç demek. Pek de kimselerin bilmediği ya da kullanmadığı sözcük. Sözcüklerin kökenine inmeyi severim edebi formasyon alışkanlığı mı desem ama bir serüven gibi gelir her yeni kelimenin kök izleri. Ağaç kökleri gibi derindir, görünmez pek ama ağacın altında oturmak, gölgelenmek, soluklanmak, kuş sesleri dinlemek, sırtını yaslayıp kitap okumak ve yazmak... Reçinesinin akışını seyretmek. Hele o reçine bir de taşlaşırsa! İçindeki böcekler, yaprak parçalarıyla ne güzeldir. Adı da amber olur. Osmanlı ona kehribar demiş ve sofistike kadınların güzelliklerine güzellik katmış. Yakamızda broş, göğsümüzde kolye, incecik parmaklarımızda yüzük olmuş. Bazen de ninelerimizin seccadelerinde tespih olmuş, dualarına eşlik etmiş. Her ağacın da neredeyse birkaç mitolojik, tarihi öyküsü olur, tüm canlar gibi. "Dibace" gönlüme böyle yansıyıverdi.

TDV İslâm Ansiklopedisi'ni kaynak alırım TDK gibi. Araştırmacı yazar ve yayıncı olmak da bu hassasiyeti gerektirir, öyle değil mi? Bakınız ne güzel anlatmış "Dibace"yi:

"Dîbâce bir görüşe göre Farsça dîbâ kelimesinden +çe ekiyle yapılmıştır. Dîbâ ise ipekli ve renkli bir kumaşa, atlasa veya canfese, altın veya gümüşle karışık olarak dokunmuş ve birçok çeşidi bulunan kumaşlara verilen isimdir. Dîbâcenin, “sevgilinin yüzü” anlamına gelen dîbâhın Arapçalaşmış şekli olan ve “dallı çiçekli bir cins ipek kumaş; bir yazı türü” mânalarında kullanılan dîbâc (deybâc) kelimesinden geldiği de kaydedilmektedir (Dihhudâ, “Dîbâc”, “Dîbâce” md.leri). Kelimeye genellikle “c”li şekliyle rastlanması ve kullanılıştaki anlamları, bu iki görüşten ikincisinin daha doğru olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Dîbâce, “İran şahlarının giydiği çok süslü bir üstlük; kitabın nakışlarla müzeyyen ve müzehhep olan yüzü, süslü ilk sayfaları” gibi mânalarda da kullanılmıştır. Buradan mecazi olarak “her nesnenin yüzü ve başlangıcı; yumuşak cilt, sevgilinin yüzü; zengin bir üslûpla yazılmış bir beytin veya kitabın mukaddimesi, önsöz” gibi anlamlar doğmuştur. Ağaçların ve mermer gibi taşların damarlarına da bu isim verilir. İbn Mes‘ûd, Kur’an’da “hâ, mîm” (حم) harfleriyle başladıkları için “havâmîm” denilen sûrelerden Mü’min ve Ahkāf sûrelerine “Dîbâcü’l-Kur’ân” adını vermiştir.

“Bir kitabın mukaddimesi, önsöz” anlamında dîbâce kelimesinin yanı sıra eskiden ve günümüzde bazı mâna farklarıyla birlikte “mukaddime, mukaddeme, mukaddimât, takdim, ifade, meram, ifâde-i mahsûsa, ifâde-i merâm, iftitah, methal, temhîd, tasdîr, giriş, başlangıç, önsöz, ilk söz, birkaç söz, sunuş, sunu” gibi kelimelerin kullanıldığı da görülmektedir. Ancak mukaddime diğerlerinden daha geniş, hatta bazan müstakil eser hacminde olabilmektedir. Bu arada dîbâce kelimesinin klasik edebiyatta umumiyetle manzum eserlerde ve daha özel bir anlamda kullanıldığı söylenebilir.

Genellikle sanatkârın eserini meydana getiriş sebeplerini (sebeb-i te’lîf) anlattığı bu ilk bölüm ayrıca yazarın sanat anlayışı ve dünya görüşü gibi hususları, bazan hayatına dair bilgileri, eseri okuyanlardan bazı isteklerini ihtiva edebilir. Bilhassa divan dîbâcelerinde İslâmiyet’ten sonra şiirin ve şairin durumu, vahiy ve ilhamın karşılaştırılması, peygamberle şairin farkı, şairi divan tertibine yönelten âmiller, şairlerin birer tenkit mahiyetinde olan birbirleri hakkındaki telakkileri, özel anekdot ve nakilleri bulmak mümkündür. Bu bakımdan dîbâceler sanatkârın şahsiyetini, sanat anlayışını ve dünya görüşünü aydınlatmada, eski Türk edebiyatını anlayıp onun hakkında daha doğru hükümler vermede, edebiyat estetiği, tenkit tarihi, metin tahlili ve şerhi gibi değişik sahalarda çok önemli ve otantik birer kaynak olarak kabul edilmelidir. Bazı eserlerde tevhid, münâcât, na‘t ve kasidelerden sonra gelen “sebeb-i te’lîf” bölümleriyle başkaları tarafından yazılan takrizleri, hâtimeleri ve esere sonradan müstensihin yaptığı ilâvelerle notları da bu yönde değerlendirmek uygun olacaktır.

Yapılan bir araştırmada, İstanbul kütüphanelerinde bulunan 492 şaire ait 2500’ün üzerindeki divan nüshasında sadece otuz sekiz şaire ait Türkçe dîbâce tesbit edilmiştir. Bu durumu, divan şairlerinin dîbâce yazma geleneğine sahip olmadığı şeklinde açıklamak mümkünse de şairlerden bir kısmının dîbâce yazmalarına karşılık, müstensihlerin divan edebiyatını bir şiir edebiyatı olarak kabul edip çoğunlukla mensur olan bu dîbâceleri istinsah etmedikleri şeklinde açıklamak da mümkündür. Nitekim bir şairin çeşitli divan nüshalarından sadece birinde veya birkaçında dîbâceye rastlanmaktadır. Bunun yanında bazı divanların şairin ölümünden sonra tertip edildiği bilinmektedir. Bu sebeple divan tertip eden kimselerin yazmış olduğu dîbâcelerle Türkçe divanlardaki Arapça ve Farsça dîbâcelerin bu sayıya dahil edilmediğini belirtmek gerekir."

Özenli üslup, edep erkân bilmek, güzel ahlak, kadirşinaslık ile önce kendini bilmek ve geçmişi geleceğe taşımak, edebi formasyona saygı gereğidir diye düşünürüm.

"Dibace" böyle derin anlamları içinde barındırıyor. Edebi derinlik bir felsefi, toplumsal, sosyo-ekonomik, bilimsel de bir umman Farabi'den, Yunus'tan Shakespeare'e, Milton'a... Reşat Nuri'den, Tevfik Fikret'e...

Aranızda olmak güzel... Gönülden tebrik ederim.

Güzellikler, sağlıkla, bollukla, huzurla, mutlulukla sürsün dilerim.

Teşekkür ve saygı ile,

Rengigül Ural, 5 Şubat 2021