Açıklama

Özel Uçak ile Cidde Seyahati

2 Şubat 2011 haftası. Seyahat çok yoğun programlardan oluşuyordu. Günde üç-dört etkinlik ve her biri için ayrı kıyafet. Hepsini gitmeden çok iyi çalıştım. Tüm isimleri, kim olduklarıyla, yöre ve aileleri de. Giderken ve gelirken uçakta dokuz hanım idik, orada da pek çok hanımla birlikte olduk ve ben birlikte çalıştığım büyüğüm Semahat Hanım ile aynı odayı paylaştım. Annem giderken saçlarımı bukle bukle yaptırmamı istedi. Hanımların etkinliklerinde bukle nedense pek önemli, nedenini bilmiyorum. Omuzlardan biraz daha aşağıda parlak bukleler. Bir de şöyle bir özelliği var tüm seyahat boyunca bukleler pek bozulmuyor, günler geçtikçe de iri dalgalara dönüşüyor. Özcan Sabancı Hanım'la karşılıklı tatlı sohbetler, tabi yanımızda kızı Demet Hanım, Sema Doğan, Latife ve Lerzan Boyner kardeşler, Berna Arıoğlu ile uçakta tatlı bir piknik yapar gibiydi. Sema Hanım, beni gençliğine benzetti. Semahat Hanım da "Rengigül benim şansım" dedi.

Aslında iş hayatı da, eş hayatı gibi bir şans. Allah, benim karşıma hep iyi insanlar çıkarttı. Aslında onlardaki iç cevhere ulaşmak, iyiyi görebilmek belki de Allah'ın bir lütfu bana...

Bavulumu her zamanki gibi günün etkinliklerine göre elbise torbalarıyla, ayakkabı, çanta ve o kıyafetle takılacak takılara kadar düzenledim.

Dosyamı günlük olarak ayırdım. Hatta, programda olmayan bir önemli konuyu işaretledim, orada sürpriz olsun diye ve gerçekten de çok faydalı oldu. Bizi ağırlayan Juffali Ailesi'nin desteklediği, Orta Doğu'da bir pilot bölge Help Center, "mental retardy children". Nasıl güzel bir proje! Hayran kaldık, ben de göz yaşlarımı tutamadım. O dönem Fransız La Paix’de "mental retardy" bir genç hanımın vasisi idim. Bu proje de bana çok yararlı oldu. Çok şey öğrendik.

Bir öğleden sonra yürüyüş yaptık. Çocukluğumu, gençliğimi hatırladım, biraz yanaklarım ve burnum yandı. D vitamini, hem de güzel oluyor insana yakışıyor. Begonville'ler çok güzeldi, Arapçası "Cehennemiya", gırtlaktan söylenince hoş oluyor. Birlikte gittiğim ve aynı odayı paylaştığım Semahat Hanım, "Çok itaatkar çocuksun." dedi çünkü Abaya'mı ve Tarha'mı gittiğimizden itibaren çok iyi idare ettim. Zaten, ben bir yere gittim mi, yarım günde alışırım ve sanki hep orada yaşamışım gibi olur. Nitekim, üçüncü günün sonunda Mercedes konvoyumuzun başı, bodyguard-driver'ımıza yolu ben hatırlattım.

Hayatımda görmediğim kadar ihtişamlı, saray gibi evler, Hummer'ları takip eden Mercedesler... Sahil köşkleri, cennet bahçelerin içinde Kızıl Deniz kenarı... Heykeller, havuzlar, jet-skiler, tekneler... Nefis büfeler, çeşitli balıklar, etler, tatlılar... Değişik sert bir kahve ikrâmları var... Nefis güney usulü yemeklerle Ümmü Gülsüm şarkıları, açık lokantada büyük sini sofralar, döşekler, nargile içen, ellerinde ışıklı yelpazelerle ışıltılı Abaya'larla, süslü hanımlar...

Bu seyahat boyunca, içinde köpük köpük balonların olduğu, özel elma içeceklerini flüt kadehlerde ikrâmları damağımda lezzet bıraktı. Cehennemiya'nın renkleri de gözlerimde...

Her bir ev neredeyse, Dolmabahçe Sarayı'nın başka tarzda döşenişi gibiydi. Hayran kalmamak, dahası etkilenmemek mümkün değildi, sabah, öğle, akşam, gece... Hele defile... Gerçek prenseslerin onurlandırdığı... Türk Bayrağı bir mankende dalgalanınca da yüreğim dalgalandı, kırmızı beyaz, ay-yıldızlı... Kadın Üniversitesi'ni de ziyaret etmek ise ömre bedeldi... Akademik bir aile ortamında büyüdüğüme, yine şükrettim.

Çok korumalı ortamda idik. Tek başına hanımlar tuvalete gidemedikleri gibi, taksiye bile binemiyorlar, yolda yalnız dolaşamıyorlar. İhtişamın içindeki uyulması gereken kurallar. Yaşamadan tarif edilemez, haksızlık olur. Sofistike birkaç yerli hanım, benimle daimi arkadaş olamak istediler. Bana "Rose, dünyayı güzel gözlerle görüyorsun" dediler. Gülle ilgili tatlı, şerbet ve yemeklerinden özellikle tattırdılar. Yemek kültürüm gelişti. Hanımlardan çok şey öğrendim, onlar da benden. "Macarona" diye bir yer var, ilk önce ismi aklıma gelmedi dedim ki "sanki İtalyanca gibi", çok şiirsel söyleyince, pek hoşlarına gitti. Kumaş cenneti Macarona... Her ton dokuma, ışıltılı, pırıltılı, tavus kuşu ve gök kuşağı sanki 1001 Gece masalının içinden geçermiş gibi salına salına...

Bir sabah kutsal topraklara gittik. Seremonilerin hepsinde dualarımın tümünü sevdiklerime, sevgi ve barış dolu dünya için gönderdim, kabul edilir, inşallah. Hacı Ahmet Efendi'nin ruhunu ışıldatırken, bu kutsal topraklarda dua etmek Cennetsel bir histi... Zaten “Sen ruhani bir kızsın, Cidde’ye gidiyorum, benimle gelir misin?” dediğinde Semahat Hanım çok mutlu olmuştum. Nüsret Bey “Rengigül’ü götür.” diye destek vermiş. Kâbe’yi tavaf ettik. O sırada Semahat Hanım benim fotoğrafımı çekip, kendi cebine kaydetmiş. Onur duydum. Sanırım duygulanıp, göz yaşlarımın aktığı bir andı. Şansım; 1981 yılında Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu ve ekibi ile kardeş Roma Üniversitesi seyahatimizde Vatikan’ı Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un mihmandarlığında ziyaret etmiştim. 2011 yılında Semahat Arsel ile Cidde seyahatimizde Kâbe’yi Füsun İhsanoğlu mihmandarlığında ziyaret etmiş oldum. Rengigül kitabı yayın öncesi unutulmaz bir deneyimdi. Hacı Ahmet Efendi’den dolayı da Kâbe’yi çok merak ediyordum. Allah benim iç sesimi duydu. Fotoğraflarıyla önemli bir seyahatti. Dosyası gelecek kuşaklara aktarılmak üzere RE Books Arts Yayınevi’min arşivine kayıtlı.

Kâbe’de, Peygamberimize, İbrahim Peygamber’e dualarımda, orada kaldığımız süre içinde Atatürk'ün, biz Türk kadınları için ne kadar önemli bir şans olduğunu düşünerek “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyen halazadem Mustafa Kemal başta olmak üzere, tüm sevdiklerimin iyiliği, sağlığı, bolluk bereket için dua ettim.

Tüm ulvî duygulara saygılarımla,