Açıklama

Tuna (Ekim) Ağabey’in bana vermiş olduğu vazife; babam Prof. Dr. Faik Yaltırık adına Nihat (Gökyiğit) Bey’i yazmak!...

Onur duydum… Ancak, ne büyük bir görev!.. 

Babam gibi cesaretliyimdir. Azimli… Bir cesaret hiç tereddüt etmeden “Faik Hoca’nın ruhu ile en iyisini yapmaya çalışacağım.” diye söz verdim.  Zira, “Kadirşinas”lık için bizim Mevlevi atalarımız “Niyaz Zinciri” diyorlar.

▪▫▪▫

İlk hafta sonu, ham olarak kurguladım.

1963 yılında minicik bir kız çocuğu iken Edinburgh Royal Botanic Garden’da “Flora of Turkey”in yazılması sırasında tanıştığım babamın arkadaşı, Mark Coode babamın vefatında,  bana bir yazı yazmıştı. O da ilham oluverdi!

Çok hoş, haz veren bir duygu “ilham” almak-vermek, med-cezir gibi. Nasıl biliyor musunuz? Her yeni yazı, her yeni çizim sanki bir hamilelik süreci gibi… Ve ben “yaratıcı yazarlık-çizerlikte” pek çok kez hamile kalırım, hep yeni bir bebek heyecanı duyarım… Bu Tanrı’nın lütfu müthiş bir haz!..

▪▫▪▫

Céline Dion’un “Parler à mon père”sini dinlemeye başladım…

“Et garder l’or de mon passé

Au chaud dans mon jardin secret.”

Fransızca “bahçe” sözcüğünün telaffuzundan da tarifsiz haz alırım. “jardiniere” tablosunun hazzı gibidir...

Babam gibi, babamın gönül gözünden olamasa da Nihat (Gökyiğit) Bey Amca'm ile ilgili vazifemi gönülden, titizlikle yapabilmek de işte böyle bir haz!.. "Faik Yaltırık ruhu ile" olur en azından diye de düşünerek, zaman zaman tanzim ettiğim Levent'teki kitap odasını, Nihat Bey Amca için o gözle taradım, fotoğraf ve yazı olarak bana neler ilham verebilir diyerek.

Elime, 1986 yılında Utku’ya hamile iken Optima Kongresi sırasındaki bir fotoğraf geçti… Levent’teki salonda neşeli bir yemek sofrası; Baki Kasaplıgil oğlu ile Amerika’dan gelmişti, karşısında Hayrettin (Karaca) Amca, eşi Sevim Teyze ve diğer akademisyen çift… Biz Hayrettin Amca’nın “dendroloji”ye merakıyla ben evlenmeden önce tanışmıştık. Sevim Teyze ile annem birbirlerini pek sevdiler, dert-sevinç ortağı idiler.

▪▫▪▫

Daha sonraki yıllar içinde, babam ile Nihat Bey Amca dost oldular. Babam gibi ifade edecek olursam:

“Nihat Bey, münevver ve mutedil bir zat-ı muhteremdir. Gönlü ganidir. Mütevazıdir.”

Peki, babam ile Nihat Bey Amca sadece “dendroloji”de mi ruhdaş oldular? Bu bağlamda; size biraz fotoğraf okumaları yaptırmak istiyorum. Ne dersiniz?

Atatürk Arbroretumu'nda çekilmiş bir fotoğraf.  Fotoğrafın güzelliğini inceleyecek olursak; gölet yanında senfonik konser verilmeden önce babam konuşma yapıyor. Bu fotoğrafta Ali Nihat Gökyiğit ve Prof. Dr. Faik Yaltırık var mı?

“Yok” mu dediniz!... O zaman birlikte bu fotoğrafı okuyalım!..

(Fotoğraflar bölümüne bakınız lütfen) 

Burası Türkiye’nin ilk “Arboretum”u… Canlı Ağaç Müzesi. 1958 yılında ilk fidanı babam dikmiş. Üç yıl sonra da Edinburgh’a gitmiş. Yıllar su gibi akıp geçerken 1992 yılında Atatürk Arboretumu’nun Amfisi’nde Kopuz Yaylı Çalgılar Topluluğu’nun yöneticisi ve kurucusu Prof. Fethi Kopuz, orkestra üyeleri ile konser veriyor. Fethi Kopuz kimdir derseniz, sayfalarındaki özgeçmişi şöyle;

“Fethi Kopuz (1915-1995), 1915 yılında İstanbul’da doğdu. 7 yaşında kemana başladı. 11 yaşına kadar babası Fahri Kopuz ile birlikte alaturka çalıştı. Bundan sonra violonist Tahir, Seyfettin Asal ile batı müziği çalıştı. Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası’na girdikten sonra Gilbert Back’den yararlandı. 1949 yılında Londra’da Max Rostal’ın öğrencisi oldu. Pek çok solo konser ve resitaller veren sanatçı, Sedat Ediz’in konsertmaisterliği sırasında orkestrada 3. konsertmaisterlik yapmıştır. A.B.D.’de kendisine Prof. ünvanı verilmiştir.​ Türkiye’ye döndükten sonra eğitmenliğe devam etmesinin yanısıra, 1982 yılında Kopuz Oda Orkestrasını kurmuştur. Vefat ettiği 1995 yılına kadar hem şefliğini hem de keman ve viyola sanatçılığını yaptığı Kopuz Oda Orkestrası ile kültür merkezlerinde, üniversitelerde, hastanelerde, kütüphanelerde ve benzeri konser salonlarında sayısız konserler vermiştir.”

Program, babamın imzasıyla bir davetiye ile sunulmuş. 17.,18.,19. ve 20. yüzyıldan yaylı çalgılar müziği örneklerini icra ederken kuşlar, kurbağalar seslerini daha yükseltmekteler... Müzik duruyor, kuşlar, kurbağalar da duruyor... Başlıyorlar, doğa paydaşları seslerini daha çok çıkartıyor... Gülüşmeler... Tıpkı eskirim izleyenlerin gülüşmeleri gibi...

Kopuz’un yüz ifadesi eminim Ali Nihat Gökyiğit Bey’in yüreğine, gönlüne çok şeyler söyleyecektir. Zira, Tekfen’in web sayfasında güzel bir detay var;

“A.Nihat Gökyiğit, kendi adını taşıyan ANG Vakfı aracılığıyla, eşinin anısına İstanbul'da 50 hektarlık bir alan üzerine Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi'ni (NGBB) kurmuştur. Aynı zamanda dünya barışına hizmet eden önemli kültür faaliyetlerinden biri olan Tekfen Filarmoni Orkestrası'nın kurucusudur.”

İşte babamın ruhu ile Nihat Bay Amca’nın ruhu sadece ağaçta değil musikide de ruhdaş, duygudaş...

Faik Hoca’nın anılarının da olduğu aile kitabımız “Rengigül”ün satır aralarından iki ruhdaş “ol”an büyüğüme seslenebilmeliyim;

“Ol”abilenler  ile “ol”mak.

Rengigül’ün “Opalin Fanus”unun önündeki gönül bahçesinde, “Art Nouveau” Gül Limonluk’uma Nar Bülbüllerim, “Xmas” kuşlarım, “İstanbulin”lerim de, “R’s Nature Concerto”ya hemencecik eşlik ederler bilinci ve ümidiyle;

“I’m the daughter of Quercus robur.

You are the son of  Vitis vinifera.

Let’s tune the life together

With my robins, wrens, swallows.“

bestem kahkahalara karışarak, tüm edebiyat, müzik, sanat, doğa ve hayat ile “ol”abilenlere seslenmek isterim. Hadi, hep birlikte, Meşe’nin kızı ve Üzüm’ün oğlunun olgunluğunda, doğanın musikisini birlikte meşk edelim. Bizden önceki nesil “terennüm etti” derdi. Rengigül Hanım’ın ders aldığı Hacı Arif Bey’in eserlerini terennüm ettiği gibi.

İncecik belli kadınlarınız, güçlü erkekleriniz kollarınızın arasından sıyrılmış olsa da, incecik belli gitarınız ve hayatınızın tüm enstrümanları, toprak ana, doğa sizi hiç terketmemiştir. O’nun gücüyle hep güçlüsünüz. Ne dersiniz? Gitarınızın, udunuzun, kemençenizin, kemanınızın, piyanonuzun, flütünüzün ağacını biliyor musunuz?

“Gitara, kemana, uda, neye ve doğadan gelen ne ise, beste yapılmaz mı hiç?” der Meşe’nin kızı, ağaç ve ağaçtan yaratılmış her şeye hayran bir saygıyla.”

▪▫▪▫

Evet, “ol”anlara saygı duygularımla Mark Coode bakın ne güzel ifade etmiş. Spontane paylaşımlar hoşuma gider, içtendir:

Dear Rengigul

I am so pleased you have been able to record your father's memories, and hope you succeed in publishing them -  Your family history will make a fascinating story. With very best wishes for your writing up the diaries and memories.

There is a sad gap in life now that he has gone; it was wonderful to meet him again in Adil's Garden for the conference there a few years ago.

And I enjoyed your Oak tree 'nymph' or 'dryad' as the ancients used to call them! You obviously have a great 'interior life'. 

Yours ever 

Mark”

“Did you ever see the photos that Maggie Johnston took at the conference in 2008?”

▪▫▪▫

Evet, Mark Coode, bu sözleriyle ne güzel de ilham oldu;

“Nymph”: Su Perisi. “Dryad': Orman Perisi.

Wikipedia şöyle tarif etmiş: “Dryadlar, Yunan mitolojisinde ormanlarda yaşayan ağaç perilerine verilen isim olup Yunanca "meşe ağacı" kelimesiyle ilişkilidir. Ormandaki her ağacın bir dryad'ı olduğuna inanılır, ağaçları korumak gibi görevleri vardır. Dryadlar, diğer ağaç perileri olan hamadryad'lardan farklıdırlar. Dryadlar, insanlarla ilişki kurup, çoluk çocuk sahibi olabilirler. Hamdryadlar'ın ömrü ise yaşadıkları ağaçların ömrü kadardır ve ağaçlarından ayrılamazlar. Kısacası ağaçla doğup ağaçla ölürler ama aralarında ölümsüz olanlar da vardır, Orpehus'un eşi Eurydike bir dryad’dır. Eski Yunan'da halk arasında dryadlara olan inanış çok yaygındı hatta ağaç kesmek için din yetkililerine başvurup, dryadların bırakıp gittikleri ağaçları seçerlerdi. Dryadlar, Hamadryadlarla kardeşlerdir, tek farkları hamadrayadlar gibi ölümlülere ceza vermemeleridir.

Nymphler (Nymphe veya Türkçe nemf, nimf ya da diğer bir deyişle "peri" olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi'nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Ambrosia balımsı bir maddedir ve uzun yıllar yaşamı sağlar doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır.

Çok sayıda nemf türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında limnadeslar göllerde crinaealar çeşmelerde pegaeaeler kaynaklarda potameidesler nehirlerde elionomaeler bataklıklarda yaşarlar. Oreadlar ve Dryadlar doğanın bir parçası oldukları için satirler bu nemflerin hayranıdır.”

▪▫▪▫

“Dryadlar, Yunan mitolojisinde ormanlarda yaşayan ağaç perilerine verilen isim olup Yunanca "meşe ağacı" kelimesiyle ilişkilidir. Ormandaki her ağacın bir dryad'ı olduğuna inanılır, ağaçları korumak gibi görevleri vardır.” diye tariflenmiş ya!

Ali Nihat Gökyiğit de, Prof.Dr.Faik Yaltırık da ruhları, dokundukları ile ağaçları korumaya devam edecekler...

▪▫▪▫

Ben bir özel kişi daha tanıdım. Babamdan söz açılınca “Koskoca profesör” derdi. Gençlerin müzik kulağı olup, olmadığını da imtihan ederdi. Ve tarıma, ormana değer verir, yazılar yazardı. Dr. Nüsret Arsel, Semahat Arsel’in eşi, Vehbi Koç’un damadı. Nüsret Bey, Nihat Bey’e 2002 yılında çok duygulu bir yazı yazdı. “Nihat’ciğim” hitabıyla iki paragrafı şöyle:

“1.6.2002 Cumartesi günkü, Hürriyet Gazetesi’nin 3. sayfasında  neşredilen, nur içinde yatsın sevgili eşin, Nezahat için yaptırmış olduğun parkla ilgili yazıyı, büyük bir zevkle okudum ve mubalasız söylüyorum, seninle gurur duydum.

Nezahat Hanım, hakikaten buna lâyık bir hanımefendiydi. Yazıda beni etkileyen son derece ince, fakat büyük ölçüde anlamlı güzel girişimin olmuş. Örneğin; görmeyenler için kokulu çiçeklerle süslenmiş bahçe kurulması ne kadar ilginç. Bunun dışında, park müdürü olarak içi tabiat güzelliği ile dolu Ahmet İnan Bey gibi bir tarım profesörünü koyman hakikaten tebrike değer.”

▪▫▪▫

Babam bana “Ah Çalıkuşu ah!” diye hitap ederdi. Evet, sadece eski konak yaşamlarının “çalıkuşuları” değil, belki de benim gibi iş dünyasının da “çalıkuşuları” vardır. Pek çok değerli şahsı, pek çok kıymetli vasıflarıyla tarif edebilecek kadar tanıyan.

Bu bağlamda; kendimi şanslı gördüm ve şükrettim, hep. Değerli hocalarımdan, iş hayatımdaki ustalarımdan beslendim. Kiminden ilham aldım. Gerçi birebir bir “role model”im olmadı, zira her insanın güçlü ve zayıf noktaları vardı ama tanıdıklarımın  güzel ve güçlü yansımaları ile kendimi geliştirme gayreti içinde olmaya çalıştım. “ol”mak uzun hayat yolunda…

“ol”abilenler ile olmak haz veriyor…

▪▫▪▫

“Doğum gününüz kutlu olsun Nihat Bey.” derdi tebessümle babam.

Ben de “Violin Concerto No.2 in B minor ('La campanella'), Op. 7, MS 48- Rondo” ile “Paganini”ye göz kırparak;

“Dünya Barışı”na hizmet amacı ile kurduğu Tekfen Filarmoni’nin  yüklendiği misyon ruhunu yansıtıyor. Ben de, kitaplarımın ana teması olan;

“Sevgi ve Barış dolu bir dünyada el ele “Zarafetin Zaferi”ni besteleyebilmek umudu” ifadelerimle  Nihat Bey Amca’ma, baba dostu Sayın Ali Nihat Gökyiğit Bey’e sağlıklı, güzel günler diliyorum. Dünya mutlak barışı bulana dek yaş alınız.

"Ali Nihat Gökyiğit'e Armağan" kitabındaki yazımdan.