Açıklama

“UNESCO 40. Genel Konferansı İdari ve Mali İşler (APX) Komisyonu’nda 2021 yılı için Azerbaycan, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya ve Özbekistan’ın desteğiyle Yunus Emre’nin Vefatının 700. Yıl Dönümü” kutlamalarının yapılacağını Ocak 2021 köşe yazımda belirtmiştim. Bu yıl değişik perspektiflerden Yunus Emre’yi saygı ile anacağımı ifade etmiş ve dostlarımızdan, okurlarımızdan bizleri onurlandıran yorumlar almıştım.  

Eylül 2020’de udî, gazelhan, TRT program şeflerinden Hüseyin İpek ile  “Aşkın Nâmesi” programında Ord. Prof. Dr. Anna Masala’yı “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım”dan bölümlerle ve sevdiği mûsiki ile iki kez anmıştık. Zira, 1981 yılında dünyada kutlanması UNESCO tarafından ilan edilen “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı” nedeniyle Roma’da gerçekleşen Türk Haftası: “Atatürk: Tradizione e Cultura”da T.C. Başbakanlık onayıyla Ord. Prof. Dr. Anna Masala ile koordinatörlüğü üstlenmiştim. Hüseyin İpek Bey ile TRT çekimlerindeki sohbetlerimiz arasında Yunus Emre’yi de saygıyla yad etmiştik. Nedeni ise; kıymetli dostum Anna Masala’nın Türk kültürüne saygısında Yunus elbette vardı. 

Türk kültürünün gelecek kuşaklara aktarılmasında yadsınamaz emekleri olan Hüseyin İpek de 2014’ten beri her yıl yedi, sekiz programında Yunus Emre’ye yer verdiğinden,  Yunus Emre’nin dilinin yalın ve anlaşılır olduğundan bahsetmişti.  O günkü dil ile bugüne köprü olduğundan. Hüseyin İpek Bey’e çok yalın bir soru yönettim: 

Sizden sonraki kuşaklara Yunus Emre’nin önemini nasıl tarif ederek aktarırsınız? 

Yapılan her sanat ustasını gösterir mukabilince, kâinatın en akıllı ve idrak eden varlığı. Nizam, intizam ve insicamla donatılan, insan elbette o büyük sanat erbabı olan ustasını arar. Her birey bir aidiyet duygusu taşır. Bu duygu zaman içinde şekil değiştirerek hayatımızda her daim varlığını sürdürür. Biz insanları bir arayış içine sürükler. Aidiyet sırrı (sıla) bağ, ilişki, irtibat aidiyet demektir. Sıla gurbetteki bir kişinin ait olup kavuşmak istediği asıl vatanı, memleketi demektir. İnsan bir garip yolcu, dünyada fani bir misafir hükmünde olup, Elest  bezminde; o sohbet meclisinde Hakk’a verdiği söze (misak) sadık kalıp, o günkü kulluk beyanının, aidiyet ve ahdin hakkını vermek suretiyle yeniden o sılaya, bezme temiz, pak olarak dönebilmektir.  

Yunus Emre, bu yolculukta yani gurbette kendisini, garip diye tavsif eder. ’’Bir garip ölmüş diyeler. Üç günden sonra duyalar. Soğuk su ile yuyalar. Şöyle garip bencileyin’’ Yunus, bütün çağrışımlarıyla garip, öksüz, yabancı ve hüzünlü, âşık Yunus’tur. Yunus bu dünyaya hep yabancı idi. Belki de bu dünya alemine aidiyet kesbedemedi. Öyle ya: Yunus’u böyle anlayan kaç kişi olmuştur? Ona yâren olabilen. Yabancılığını gideren, hüznüne ortak olan aşkını anlayan, sılasından dem vuran Taptuk Emre gibi kaç kişi musahibi olmuştur. ‘’Ben yürürüm yâne, yâne . Aşk boyadı ben kâne. Ne âkılem ne divâne. Gel gör beni aşk neyledi?’’ derken Yunus aynı zamanda aidiyetinin bu dünya olmadığını ifade etmiştir. Yine bir şiirinde:  

Benim burda kararım yok.                                               

Ben burdan gitmeye geldim. 

Bezirganım metaım çok.                                                   

Alana satmaya geldim. 

Ben gelmedim dava için.                                                   

Benim işim sevi için. 

Gönüller dost evi için.                                                        

Gönüller yapmaya geldim. 

Burda biliş olan canlar. 

Bilişiben hocam ile 

Yunus’tan sorun haber. 

Haberi gel gör benden al. 

Derken nazargâhı ilahînin gönülde olduğundan dem vurmuştur. Abdülbaki Gölpınarlı bir tespitinde şöyle der: Yunus’un ümmi yani okur yazar olmayışı hakkındaki söylenti, bazı şiirlerinde bilgiyi gerçeğe ulaşmak için bir araç saydığından, ilmi önemsememesi, dervişlik tevazu ile kendisinin bir şey bilmez olarak nitelendirmesi, bilgisine güvenip gururlananları taşlaması yüzündendir. Halbuki o, adamakıllı tahsil görmüş, Yunan mitolojisini, doğu efsanelerini bilen,  Kuran’dan, Hadis’ten, Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden ve Divan-ı Kebir’indeki gazelleri okuduğunu, şiirlerinden anlamaktayız. Hatta Doğu’nun bilge şairi Şirazlı Sadi’nin bir gazelini nazım biçiminde Türkçe’ye çevirmiştir. Esasen kendisi de birkaç şiirinde medresede eğitim gördüğünü açıkça ifade eder, der Abdülbaki Gölpınarlı.  

Yoksa Yunus Emre şunu mu söylemek istemiştir?  

Külli iradenin ilmi karşısında bizim kısa ömür hayatında, cüz-i irademizde bulanan bilginin hükmü ve esemesi okunmaz gerçeğini mi göstermiştir?  

Aslolan tevazu gerçeğini Yunus, bir şiirinde şöyle söylemektedir: 

İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.                           

Okudum bildim deme. Çok taat kıldım deme. 

Sen kendini bilmezsin. Bu nice okumaktır.                        

Eğer Hakkı bilmezsen. Bu kuru laf demektir.

Okumanın manası. Kişi hakkı bilmektir.                               

Yiğirmi sekiz hece. Okursun uçtan uca. 

Çün okudun, bilmezsin. Ha bir kuru emektir.                     

Sen Elif dersin hoca. Manası ne demektir?

Yunus Emre der hoca. İstersen bin var Hac’ca.     

Hepisinden iyice. Bir gönüle  girmektir. 

Yunus Emre, insan merkezli düşünen ve kulluğunda gerçek manada gönüllere girmek olduğu bilinci ile yaşamış bir mutasavvıfımızdır.   

Düşünün! Yıllardır çıkar çatışmaları yüzünden insanlar katlediliyor, yurtlarından zoraki göç ettiriliyor. Kendi memleketlerinde yaşam hakkı tanınmadığından evleri (çoluk, çocuk demeden) başlarına yıkılıyor! Denizlerde binlerce cansız bedenler, suyun dibine gömülüyor. Modern dünyanın hâli yürek yakıcı bir durumda. Bir bilim insanının atomu buluyor olması bilimsel olarak sevindirici olduğu kadar bu buluş menfi yönde kullanıldığında çok üzücü sonuçlara varıyor.  Bir atımda koca bir şehri (ihtiyar,  genç, annesi göğsünde bebek olduğu halde) cayır cayır yakılıp kül ediliyor.  

Bu nazardan baktığımızda Yunus’ça sevgilere ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu daha derinden hissediyoruz, duyuyoruz. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemler de buhranlı Moğol baskının hüküm sürdüğü, Anadolu’nun tarumar edildiği dönemlerdir. Bu buhranlı dönemleri en derinden yaşayan Yunus Emre:  

 Hak’tan inen şerbeti. İçtik elhamdülillah.  

Şol kudret denizini. Geçtik elhamdülillah.  

Beri gel barışalım. Yad isen bilişelim.  

Atımız eğerlendi. Eştik elhamdülillah.  

Taptuk’un tapusunda. Kul olduk kapusında.  

Yunus miskin çiğ idik. Piştik elhamdülillah. 

Diyerek ihtiras sahibi insanların gönül meratibini tamamlamadan gerçek manada hayvani ve şeytani duygulardan arınıp, kâmil insan yani mükemmel insan seviyesine çıkamaz, o gerçek kardeşliğe ulaşamaz diyor ve bu kardeşlik reçetesini de biz insanlara sunuyor. Taptuk’un kapısından bütün insanlığa “gelin biliş olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” düsturuyla haykırıyor. 

Bu bağlamda; kadim coğrafyamızda ve yine kadim medeniyetimizde olan kültür hazinelerimiz içindeki rol model insanlarımızın eserlerini, hayata dair mücadelelerini, bilgileri belgeleriyle “Aşkın Namesi” programı aracılığı ile bendeniz Hüseyin İpek, radyo ve televizyon programlarında dile getiriyorum.  

“Yunus Emre – UNESCO 2021 Yılı Kutlamaları” kapsamında Yunus’u, yaşadığı dönemi kıyaslamalı incelemeye daha doğrusu irdelemeye devam edeceğiz. Ne kadar okusak, yazsak da biliyoruz ki tertemiz, berrak turkuaz bir ummandayız, semaya eşlik eden ve kocaman sedef deniz kabuğunu kulağımıza dayadığımızda duyduğumuz evrenin sesleriyle mutluluğa erişebilen belki de bir kum tanesiyiz… Kim bilir? 

https://www.guncelkadin.com.tr/2021/02/02/rengigul-ural-yunus-emre-ve-aidiyet/